
Yahudi Binyılcılığı: Seçilmişlikten Zulme Giden Yol Mu?
Ortadoğu'da yaşanan çatışmaların ve küresel siyasetin karmaşık dinamiklerinin ardında yatan derin ideolojik ve dini inanışlardan biri olan "Yahudi Binyılcılığı" mercek altına alınıyor. Bu inanışın, bölgedeki olaylara ve küresel zulüm düzenine etkileri neler? İşte detaylar...
Yahudi Binyılcılığı Nedir?
Yahudi Binyılcılığı, Mesih'in gelişiyle başlayacak bin yıllık altın çağ inancına dayanan bir teolojidir. Bu inanç, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa'da Protestan teolojisiyle birleşerek "Mesihî Siyonizm"i doğurmuş ve 19. yüzyılda modern Siyonizm'in teolojik gerekçesini oluşturmuştur. 1967'deki Altı Gün Savaşı, dini çevrelerde "kurtarıcının gelişinin yakın olduğu" inancını güçlendirmiştir.
Günümüzde ABD ve İsrail ilişkilerinin temelinde bile bu teolojik motivasyon yatmaktadır. İsrail'in siyasi davranışlarını, ABD'nin "kutsal ittifak" söylemini anlamak için bu Binyılcı ruhu çözmek gerekir. Tarih, yalnızca zaferlerin değil, inançların da hikâyesidir. Bazı inançlar, sadece kalplerde yaşar; bazılarıysa yeryüzüne hükmetmek ister. Yahudi Binyılcılığı, işte bu ikinci türdendir: Bin yıllık bir krallık, Tanrı adına hükmeden bir kavim ve geri kalan bütün insanlığın "yardımcı roller"le biçimlendirildiği bir düzen hayali.
Seçilmişlikten Tahakküme: Binyılcılığın Dönüşümü
Bu düşünce, kadim bir kehanetten modern bir projeye dönüşmüş. Tevrat'ın eskatolojik yorumlarıyla beslenen bu inanç, Batı'nın kolonyal tarihine teolojik bir meşruiyet kazandırmıştır. "Tanrı, vaat ettiği toprakları geri verecek" düşüncesi, 19. yüzyıldan itibaren siyasi bir programa dönüşmüştür. Güncel yansımalarına bakıldığında, İsrail nüfusunun %30'u bu düşünceyi benimsiyor. İsrail kabinelerindeki aşırı sağ partiler, seçmenlerinin %65'i bu ideolojiye sempati duyuyor. Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimleri, son 10 yılda %45 artmış.
Kutsal metinlerdeki sembolik anlatımlar, siyasi projelere dönüştürülmüş. "Seçilmiş halk" doktrini, insan hakları ihlallerine meşruiyet kazandırmak için kullanılıyor. Tapınak Enstitüsü gibi kuruluşlar, Mescid-i Aksa'nın yerine Üçüncü Tapınak'ı inşa etmek için çalışıyor. Yahudi Binyılcılığı, aslında kendi inançlarına göre, “Tanrı’nın Krallığı”nın yeryüzünde yeniden tesis edilmesi arzusudur. Ancak bu inanç, zamanla ahiret merkezli bir bekleyişten çıkarak dünyevi bir hâkimiyet idealine dönüşmüştür.
Binyılcılığın Küresel Etkileri ve Çözüm Yolları
Bugün Gazze'de, Kudüs'te, hatta uluslararası platformlarda görülen çifte standartların arkasında bu düşüncenin soğuk gölgesi vardır. Bir yanda "Tanrı'nın seçilmişleri", diğer yanda "geri kalan insanlık". Oysa Kur’ân-ı Kerim, bu anlayışı kökten reddeder: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık ki tanışasınız. Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ilerinizdir.” (Hucurât 13). İslâm, seçilmişliği ırkî değil, ahlâkî bir imtiyaz olarak görür. Hakikat, bir millete değil, hakikate teslim olan, hakikati her şeyin üstünde tutan kalbe ve düşünceye aittir.
Binyılcı tahayyüle karşı verilecek en güçlü cevap, yeniden ilme, ahlâka, adâlete, tevhide, insanî değerlere, vicdana ve maneviyata dayalı bir medeniyet aklı inşa etmektir. Bu, sadece siyasî bir mücadele değil; kalp, zihin, şuur ve insanlığın dirilişidir. Zira Allah (c.c),hakikati ve İslâm mirasını doğru, tam, eşit ve dengeli temsil eden topluluklardan “emaneti hakkıyla taşıyanları” seçer.
Sonuç olarak, Yahudi Binyılcılığı'nın "seçilmişlik" inancı üzerinden tahakküm kurma ve küresel zulüm düzenini meşrulaştırma potansiyeli taşıdığı görülmektedir. Bu durum, adalet, eşitlik ve insan haklarına saygı ilkeleriyle çelişmektedir. Bu nedenle, bu tür ideolojilere karşı bilinçli olmak, eleştirel düşünmek ve insanlığı ortak değerler etrafında birleştirecek çözümler üretmek büyük önem taşımaktadır. İnancın, dinin siyasete, umudun işgale, duanın şiddete âlet edildiği bu karanlık tablo karşısında suskun kalınmamalıdır.









